Eski bir Yahudi Bankası, De Appel, ve Hollanda Kültür Mirası…


Michael Blum ile Lippmann, Rosenthal & Co. Üzerine Söyleşi


Bir zamanlar Amsterdam’da, şu anda De Appel Güncel Sanat Merkezi’ne ev sahipliği yapmakta olan binada Hollandalılar’ın adını bile duymamış oldukları Lippmann, Rosenthal & Co. (LiRo) adında bir Yahudi Bankası bulunmaktaydı. Burada geçtiğimiz bahar aylarında Defne Ayas’ın ortak küratörlüğünü üstlendiği, Rijkmuseum ve Hollanda Milli Arşivleri ile ortaklaşa hazırlanan Mercury In Retrograde adlı bir sergi düzenlendi. 9. Istanbul Bienali'nde Atatürk'ün hayali sevgilisi Safiye Behar üzerine enfes bir çalışma sunmuş olan Michael Blum, sergi kapsamında bu bankanın ilgi çekici tarihini ortaya çıkaran bir proje gerçekleştirdi. Detaylı araştırmalardan yola çıkarak hazırlanan bu enstalasyon, sadece LiRo bankasında 20. yüzyılın ilk yarısında varolan atmosferi seyirciye aktarmakla kalmıyor, aynı zamanda da hoşgörülü olmakla övünen ancak kendi milli tarihi ile  hesaplaşmasını henüz tamamlamamış olan Hollanda’yı – bankanın aslı ve Nazi dönemindeki kopyası üzerinden- bir nebze de olsa sarsmayı amaçlıyordu. 


Defne Ayas: De Appel’de gerçekleştirdiğimiz serginin amacı Hollanda‘nın geçmişinden yola çıkarak tarih denen kurmaca yapıyı yeniden ele almaktı. Seninle ilk temasa geçtiğimizde 400 years without a grave is a long time to shut up [400 yıl suskun kalmak için çok uzun bir zaman] adlı işin hakkında bilgi edinmek istemiştik. İlgilendiğimiz çalışman, Hollanda’nın sömürgeci geçmişine ait olup, Endonezya’yı keşfetmiş olmasına rağmen unutulmaya terkedilmiş bir isim olan Cornelius De Houtman’a adadığın bir mezardan oluşuyordu. O sıralar biz de 16. yüzyıl’da Willem Barentsz tarafından yürütülmüş olan kutup keşfinin notlarının peşinde idik. (Bu keşif gerçekte bir trajedi ile sonuçlanmış olmasına rağmen büyük bir zafermişçesine kutlanıyor ve İkinci Dünya Savaşı ertesinde okullardaki müfredat programlarında propaganda amacıyla kullanılıyordu). Senin, Hollanda’nın ulusal tarihini kurcalayan bu ilk işinin çıkış noktası ne idi? 


Michael Blum: Bir sürü olayın kesişmesiyle alakalı aslında. 2002 yılında VOC‘un dört yüzüncü yılını Anma Törenleri (farkında isen, “Kutlamaları” değil) için davet edilmiştim. Hollanda Doğu-Hint Şirketi olan VOC, 1602’de, Endonezya’nın Houtman tarafından keşfinin hemen ardından kurulmuş. VOC, bugün bildiğimiz hisse senedi ortaklığıyla kurulu anonim şirketlerin ilk örneği diyebilirim. Kabaca bir çıkarsamayla (akademisyen değil sanatçı olduğum için buna iznim olduğunu düşünüyorum), modern kapitalizmin bu şirketle birlikte icat edilmiş olduğunu ve Hollanda’nın bu sayede zengin bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. İşin garip tarafı, bu kadar katkısına rağmen Houtman ismi bilinen, onurlandırılmış bir kaşif konumunda değil. Bir Sumatra kralı tarafından hançerlenerek öldürülen kaşifin ne Hollanda’da ne de Sumatra’da mezarı bulunmakta. Madem 400 yıl mezarsız kalmış adamcağız, ben de kendisine bir mezar dikmeyi uygun gördüm, Kanımca Hollanda’nın kendi sömürgecilik tarihine bakabilmesi için bu adamın sembolik de olsa gömülmüş olması ve yasının tutulmuş gerekiyordu! 


DA: De Appel’ı içinde barındıran binanın tesadüfen tanıştığım eski sahibi sayesinde Lippmann, Rosenthal & Co.’nun hikayesi elime geçti. Sanıyorum, binanın hayaletleri de bu işe hevesliydi. İşin garip tarafı, De Appel’ın bir önceki direktorü Saskia Bos döneminde LiRo ile ilgili tek bir sanatsal projenin bile gerçekleştirilmemiş olmasıydı. Sen hem Hollandalı değildin, hem de Amsterdam’da yaşamıyordun. Yine de biz binanın tümünü veya yarısından çoğunu senin projene vermeyi tasarlamıştık. Sergiye davet aldığında aklından neler geçmişti? 


MB: Özel bir hikâye bulduğunuzu biliyordum. Konuyu senden ilk duyduğumda gerçekten affalladım. Hollanda tarihinin bu karanlık tarafından bihaberdim; hikayeyi hiç duymamıştım, ve bir Nazi bankasının Yahudi ismi altına saklanabileceğini tasavvur bile edemezdim. Böylesi pek rastlanır gibi değildi. 


Evet Hollandalı değildim, ama bence bunun hiç önemi yoktu. Ben zaten her zaman dışarıdan çalışmayı tercih ettim; bu çalışmayı yapmak için Hollandalı olmamam daha iyi bile oldu, diyebilirim. Dışarıdan, daha net ve kısıtlanmaksızın çalışabiliyor insan. Hollandalı olsa idim bu konuyla uğraşmak için çok cesur olmam gerekirdi. Gazeteci Joeri Boom ya da tarihçi Gerard Aalders tüm zorluklara rağmen bunu becerebilmişler... Mekân sorusuna gelince, binanin tarihine ilk kez değinen bir projeyi sergilemek için binanın yarısından az bir mekânla çalışmak söz konusu bile olamazdı.


DA: Göstermek, kurcalamak istediğin ve de kaçındığın tehlikeli alanlar nelerdi?


MB: Çok iddialı ve çetin bir proje olduğunu düşündüm başta  ve dolayısıyla da başarısız olma ihtimalini. Inanılmaz bir durumdu: Daha önce Nazilerin, Yahudi bir bankanın ismini kullanarak yine Yahudilerin hisse senedi, sigorta, resim, mücevher vs. dahil mallarını çalmak için kullandıkları, ve şu anda önemli bir sanat merkezine evsahipliği yapan binada, binanın tarihi üzerine çalışmak için davet alıyordum! Hollandalılığı iki farklı şekilde temsil eden, ünlü Yahudi galerici Goudstikker ve ünlü yazar Harry Mulisch da hikâyenin parçası idi -Mulisch’in babası Nazi bankasının müdürlerindendi, örneğin. Farkettim ki bu hikâye özellikle Hollandalıların kendilerini hoşgörülü ve açık fikirli olarak pazarlamalarını sorgulamak yönünde ilginç bir açılım sağlayabilirdi, kabul ettim. 


Söylemem gerekir ki zamanlama da çok iyiydi. Hollanda bir yandan yükselen sağcılık ile uğraşıyor. Öte yandan daha geçtiğimiz günlerde ünlü Yahudi sanat taciri Goudstikker’in ailesine savaş zamanında çalınmış 202 adet tabloyu iade etme kararı alındı. Yani Hollanda tam da kişilik krizi içindeyken, ve üzerine oturduğu modelinin çöküşünü henüz algılamaktayken biz projeyi sunduk. 


DA: Binanın tarihini yeniden canlandırırkenki aşamalardan biraz bahseder misin?


MB: Baslangıçta, asıl banka ile kopyası arasında bir proje kurgulamıştım, yani Nieuwe Spiegelstraat’taki Yahudi Bankası ile Sarphatistraat’taki LiRo ismini kullanan Nazi kurumu arasında. Ancak araştırma başlayınca anladım ki her zaman aradığını bulamıyor insan. Yahudi Bankası hakkında çok az doküman bulabildik,  fotoğraf ise hiç bulamadık. Mesela bu yüzden sadece bir kaç fotoğraf koymak yerine hiç koymamamayı tercih ettim. Belgeleme ve spekülasyon yoluyla projeyi geliştirdim. Galeriye gelen serginin seyirciyi nereye yönlendirecegini de tasavvur etmek durumundaydım. Öte yandan projenin esprili bir yanının da olması gerektiğini düşünüyordum. Sonuç olarak sergi bir pusula, bir yönlendirme, değişik karşılaşmaların gerçekleştiği bir patika-yol oldu. Binanın kapısına 'Lippmann, Rosenthal & Co. 1859- ' yazan tabelayı astık -sanki o tarihten beri banka yerinde duruyormuşçasına. Binanın birinci katına kilitli üç kapı koyduk; arkalarına da ışık yerleştirdik, sanki arkada banka çalışanları varmışçasına. Birinci kattaki girilemeyen oda kapılarını geçip, koridoru yürüyüp, ikinci kata çıktığında, tarihçi Gerard Aalders'in kitabından alıntılarla dolu duvar metni ile karşılaşıyordun. Soldaki beyaz oda arşiv odası; ikinci oda karanlık, binayı “okuyan” falcı Sally Degener-Porter’la röportajın sergilendiği video odası. Sağ tarafta ise, eski direktör Saskia Bos’un odası, Madame Tussaud usulü iki banka müdürü Fuld ve May’i canlandıran konu mankenleri ile gizli bir kasa bu odada. Arşiv ve video odası hariç, tüm mekânlar yani binanın yarısı, sararmış, eskitilmiş görüntüdeki duvarlar ve kırmızı yer halısıyla birlikte birbirine bağlanıyor.


DA: Beyaz odaya yerleştirdiğin arşiv ve mektupları seçerkenki kriterlerin neydi? Hangi kaynakları yararlı buldun?


MB: Dokümanları bulmamız zaman aldı, çünkü çoğu Lahey’deki Milli Arşiv ile Amsterdam’daki Savaş Dokümanları Merkezi’nde idi. İki banka arasında neredeyse hiç yazışma olmamış gibiydi -ki var olanların çoğu da  Nazi kurumundandı (Nazi bankasının faaliyetlerini gösteren muhasebe defterleri gibi). Sanıyorum bu kasıtlı biçimde yaratılmış bir durumdu. Nieuwe Spiegelstraat ofisinde bulunan May ile Fould hakkında hiçbir şey bulamamak da beni bayağı hayal kırıklığına uğrattı. Ancak, Flesche, Blaschke, Mulisch –ve Müttefik Kuvvetler yaklaştıkça gittikçe paranoyaklaşan Witscher arasında gerçekleşen enteresan yazışmalar buldum.  Dolayısıyla yazışan tarafların bakış açısını göstermeye karar verdim, Hollanda’da varlığına pek rastlanmayan Swastika antetli dokümanlara odaklandım. Ve Mulisch ve Witscher arasındaki mektuplar, bir takım gündelik yazışmalar, ve yağmalanan malları gösteren, itina ile hazırlanmış farklı kişilere ait altı adet banka hesap kartı… 


Kişilik hakları uyarınca kartların üzerindeki isimleri saklamak yükümlülüğü altında idik, ancak kamuya açık olmasını gerekli bulduğum, özellikle de Nazi bankasının yönetiminde yer alan isimleri gizlememeyi yeğledim. Bu tarihin adil biçimde yazılması için önemliydi.


Arşiv için kolay okunabilir bir teşhir tarzını tercih ettim. Mesela, duvardaki dokümanlar kronolojik olarak sıralandı. 1940’tan başlayarak Mulisch'in Amerikalılar tarafında sorgulanmasına ve gazeteci Joeri Boom'un, 1997’de, daha önce İçişleri Bakanlığı’na bağlı ancak doksanlarda terkedilmiş bir binada bulduğu LiRo kartlarına dair kaleme aldığı makaleleye kadar uzanan bir çalışma. Ve odanın ortasında Yahudileri kendileri ve malvarlıklarını bildirmeye zorlayan bildirilerin orijinalleri…


DA: Ünlü Hollandalı yazar Harry Mulisch sence neden bizimle görüşmeyi reddetti? Malum, Mulisch görüşme talebimiz üzerine bizi geri aradi, ve kısa bir konuşma akabinde suratımıza telefonu kapadı da...


MB: Mulisch’in babası Sarphatistraat’ta yani Nazi bankasının iki numaralı adamı idi, ve yazar bu konuyla daha önce yazmış olduğu kitaplarında hesaplaştığını iddia ediyor... Oysa bu konu hala halledilmemiş durumda. Sergiden bir kaç hafta önce bir gazetede çıkan habere göre Harry Mulisch bir Nazi gençlik örgütüne mensupmuş. Doğru veya yanlış -bu haber Mulisch’i etkilemiş olsa gerek ki bizimle görüşmeyi kibarca reddetti! Bu haberin çıkmış olması, bizim proje açısında pek talihli olmadı tabii… 


DA: Projenin sunumu görece olarak kapalı bir sistem olarak tasarlanmıştı. Bunun yanı sıra, yaptığın bu çalışmanın kültürün dialog ve tartışma yoluyla oluşturulmasına olanak verdiğini düşünüyorum. Sence De Appel güncel sanat merkezi-adası, bu anlamda  “Hollanda’da kültür nedir, ne olabilir, nasıl gerçeklesebilir?” sorularına cevap arayarak daha geniş bir sanat anlayışına sahip olabilir mi? 


MB: Bence iyi bir başlangıç oldu, ancak daha katedilecek çok yol var ... Özellikle ulusal kimliğin kısıtlı tanımlar içinde kaldığı yerlerde bulunmak zor. Kültürü devamlı olarak yeniden değerlendirmek gerek, ve sevimsiz haberlere ulaklık yapmak her zaman kolay değil. Sanatta oluşan, toplumda olanın yansıması olabilir. Bence sanat biraz insanı illet etmeli, sorgulamalı, ve devamlı devinim içinde olmalı. Ayrıca, sanat herkesi mutlu mesut edecek diye bir kural da yok.  


DA: Güncel eleştiri seninki gibi işlere, yani sanat ile tarih arasında cambazlıklara genelde pek yüz vermiyor. Tarih içerikli işler yapmakla elde etmeye çalıştığın şey nedir? 


MB: Bence, bazen girift yapıları göstermekte yarar var. Sanat ve tarih arasındaki sınırlar açıkçası beni pek ilgilendirmiyor. Sanat, bence deneye en açık platform; bu sebepten ötürü tarihçi değil, sanatçıyım. Açık biçimde görsel sanat dünyasına ait olmanın ötesinde, sanıyorum bunu bilimadamı ile şair arasındaki farka benzetebilirim. İkisi de verilerle uğraşıyor, ancak şair aynı zamanda spekülasyon peşinde. 


Bir olaya baktığında, varolan, yazılan, kabul edilen tarih ile silinen kesitler arasında büyük bir farka rastlarsın hep. Tarih hep bir amaçla yazılır, bu ya Atatürk’ün yaptığı gibi gerektiğinde ulus-devletin doğumuna dair  direkt bir mit yaratma şeklinde, ya da sadece sıradan ideolojik bir çerçeve içinde gelişebilir. Varolan bir anlatıyı çözüp tekrar örerken ya da varolmayan bir anlatıyı sıfırdan yenibaştan tasarlarken hep yeni bir duruş bulabilir insan. Benim sanatım, hikâye-anlatımlarıyla yaptığım denemelerden oluşuyor. Kurgu ve dokümanların birbirinin içine geçtiği, ve anlatım ile şekillendiği leziz durumlar…. 

 

+++++++++++++++


Lippmann, Rosenthal & Co. hakkında daha çok bilgi için serginin wiki websitesini tıklayabilirsiniz: www.mercuryinretrograde.org

Söyleşinin ingilizce orijinali De Appel’in çıkaracağı sergi kataloğunda basılacak.


++++++++++


Defne Ayas. PERFORMA’da küratör olarak çalışıyor ve Şangay’daki New York Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Ayas, Türkiye’de de benzer projeler geliştirilmesi gerektiğini düşünüyor.